Şiddetin çözümü bu mu?

Türk toplumu, bilerek veya bilmeden yine sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel krize sokuldu. Bu üç önemli kriz alanına başkalarını da ilave edebiliriz, ama toplumsal ana gövdeyi sarsan, ona en çok zarar veren bu üçüdür. Bu üçü, aynı zamanda toplumsal şiddetin de kaynağıdır.

Siyasal kriz nedir, derseniz, derim ki; yıllardır içinde bulunduğumuz ve bir türlü aşamadığımız, toplumu ayrıştırma üzerine kurulu politik davranışlardır. Siyasi ötekileştirmeler, çözülemeyen cinayetlerdir.

Ekonomik kriz ise, içinde debelendiğimiz, pazara çıktığımızda, markete girdiğimizde, kendini gösteren ekonomi düzenidir. Ve bu düzen, iktidarın çeşitli politikalarının sonucudur.

Kültürel kriz ise, her alanda karşılaştığımız sorunlar olmakla birlikte, özünde, değerler sisteminde meydana gelen yahut getirilen çürümeler sonunda ortaya çıkan değersizleşme sorunudur.

Bu üç kriz alanı, beraberinde şiddet olgusunu doğruyor.

Hatırlayın, Türk toplumu için kadın neydi?

Ana, avrat, namus.

Başka?

Büyük anlamları olan ve bu anlamları kendisine yüklediğimiz değer taşıyan kadınlardı. Bu sebeple kadın, ya kara sevda yüzünden, sevdayı paylaşamadığımız için, ya da namus davasından öldürülürdü.

Şimdilerde, karı-koca ayrılıyor ve koca karısını kesip biçiyor.

Üstelik vahşice.

Öyle kin yüklenmiş ki, kadını; bir değil, beş değil, yirmi beş, otuz yerinden bıçaklıyor.

Ne çocuklarına saygı duyuyor, ne de onların ana ihtiyacı var mı yok mu diye sorgulayıp kendine dert ediyor? Sadece kadını değil, çocukların geleceğini de öldürüyor.

Bütün kıymetliler (değerliler), ağır bir öfke bunalımıyla yerle bir ediliyor.

Bu tip kişilerde, şiddeti besleyen zihin, ben ve öteki üzerinden çalışıyor. Üçüncüsü yok.

Eskiden öğretmen neydi, ne anlama geliyordu, hatırlayın.

İnsanı iyileştiren, canımızı kurtaran doktor, hemşire neydi?

Saygın ve hürmet edilen kimselerdi.

Şimdi?

İnsana fikriyle, bilgisiyle anlam katan öğretmenlerimiz, şifa veren ve insanı yaşatan doktorlarımız saldırıya uğruyor.

Bu ve benzer olayların anlamı şudur: Toplumda, gittikçe artan ve yaygınlaşan bir şiddet hâli ve toplumsal bir kriz ortaya çıkmıştır. Kısaca, toplum hastalanmıştır.

İşte, meselâ trafiğe bakın.

Tahammülsüzlük, aşırı bir kural ihlali, bir bencillik görüntüsü yok mu?

Peki, bu da bir çeşit şiddet değil mi?

Evet, şiddet.

Hatta şiddet üzerine yazan, bilimsel çalışma yapan yerli, yabancı pek çok bilim adamı, kötü yönetilen ve insanları zora sokan ekonominin de şiddet olduğunu söylüyor. Çünkü parasızlık çaresizliktir. Paran olmadığında alamazsın. Alamazsan mahrum kalırsın. Mahrum kalırsan, güçsüz ve çaresiz duruma düşersin. Dolayısı ile bilimsel dille söylersek, ekonomi bağımsız değişken, diğerleri ona bağlı olarak değiştiği için bağımlı değişkendir. Bu sebeple ekonomi değişince ona bağlı olan değişkenler de anında değişir.

Bu durumda sormamız gerekiyor: Tüm bu olumsuzlukların, aslında toplumsal bir çürüme olduğunu iktidardakiler bilmiyor mu? Biliyorlarsa, neden ağırdan alıp geç önlemekte ısrar ediyor?

İşin garip yanı da nedir biliyor musunuz? Gerek şiddet ve gerekse sosyal çöküş ya da kriz karşısında, devletin hiçbir önleyici çaba içinde olmaması.

En son Cumhurbaşkanı yardımcısı, yanında iki bakanla öğretmenlere saldırıyı gündeme alarak, yasa hazırladıklarından söz etti. Bu tamam da, peki, diğer saldırganlıklar ne olacak? Bunun da ötesinde bir iktidar aklı veya devlet yönetimi, neden profesyonel düşünmeyi aklına getirmez?

Önce şiddetin nedenlerini araştırsanıza?

Üniversitelere, sosyologlara ve psikologlara bir görev versenize. Toplumun bir MR’ını çeksenize.

Yok, kestirmeden gidecekler.

Kanun yapılım.

Yapalım tabii. Ancak bütün olaylar yapanın yanına kâr kalıyor gibi bir durum da var. Bıçaklıyor, dövüyor, kesiyor biçiyor, kesilen biçilen hastanede yatarken, suçlu tahliye oluyor.

Böyle bir infaz sistemi olmaz. Sanki suçluları koruma üzerine kurulmuş. Zarar veren, zararın maddi ve manevi karşılığını ödemeli ki adalet olsun.

Öyle değil mi?

Öyle olmasına öyle de, kim gereğini yapacak?

Yazarın Diğer Yazıları